13 Aralık 2010

Annemin narı.

Annem yok yanımda o sıra. Kamaradere’deyim. Annemin o özel vurgusuyla sevip okşadığı minicik nâr ağacı, boyuna bakmadan meyvesini vermiş. Bereket timsali nar. Canım nar. O sıra annem yok yanımda. Şimdi de olmadığı gibi. Bu sefer ki yokluğu neden farklı hissediyorum?

Hâlbuki o şimdi benim kanımda canımda. Bunu daha önceleri hissetmediğim gibi iliğimde kemiğimde yaşıyor annem… Ve babam da beraber. Yürüyorum yolda onun ani gidişiyle beraber; dönmemecesine ayrılışından sonraki bir vakit. Sokaktayım. Hava buz gibi diyorlar. Hissetmiyorum soğuğu. Tek duyduğum hücrelerimin bana seslenişi. Buradayız tatlım; canımız, kanımız sende akıyor. Annem ve babamın sesi bu anlaşılan. Ne kuvvetli bir histi bu yarabbi.

Meditasyon inzivasına çekilmeden hemen önceki hafta annem bir gece bana iç dökmüş, nasıl da babamı özlediğini sayıklamıştı. Böyle anlar çok enderdi. Geçmiş zaman kullanıyorum şimdi. Kolay değildi anacığımın duygularını ifade etmesi. Korkuyla burkulmuştu yüreğim. Belki de o korkuyu görüvermiştir gözlerimde, ben bunu saklayarak ne ben ne ablam dolduramayız ki onun yerini annem. Demiştim. Şaştı kaldı bu söylediğime. Hiç olur mu? Sizin yeriniz bambaşka elbet! Canımsınız benim!

Orası neresiyse gidilen… birbirlerini bulsunlar diye diliyoruz ablamla ben.

Sonra bütün o prosedür silsilesi esnasında; bütün o telefon silsilesinde, bir an için duyumsanan o hep varolacak saydığının boşaltıverdiği alanda, o koskoca boşlukta, bir bir birikiyor minicik başsağlıkları, iyi dilekler, teselliler, tüm o sevgi sözcükleri doluşuveriyor, sanki o dev boşluğu doldurma çabasındalar. İrili ufaklı kaynaşıyorlar. Onlar sırtını dayayacağın bir iskemle arkalığı sanki. Oysa sen sırtını dayamaya bile muhtaç olmadığın bir varlığın eksikliğindesin.

Sordum kendime, ne farkı var? Burada, orada, nerede? Varoluş bu mu? Yok oluş ne? Duyularımızın şu kısıtlı algılayış mekanizmasında, cismen mi aramalı varoluş sihrini? Anlarım var ki kahroluyorum yokluğundan. Sonra da yine kabulleniş yetişiyor imdadıma. Yine yolda yürüyorum, belki o bahsettiğim günle aynı gündü; ilk kez doğmuş duydum birden kendimi. İlk kez basıyorum sanki yere. Annemle babam beni mezun etmişler gibi… mi desem; yahut, haydi kızım artık kendi başınasın. Hoş geldin dünyaya. Bunun gibi bir şey. Hatta bir çeşit mutluluk kapladı yüreğimi. Ve huzurla andım tatlılarımı, sevgili annemle babamı. Verebilecekleri her şeyi verdiklerinden emin, etrafımda uçuşuyorlar, ışık ışık, pır pır titreşiyor o yok oldu sanılan varlıkları her yanda.

Geçen hafta tam bu sıraydı. Annemin ruhuna okunan dualarla başımı kaldırdım göğe; uçan kuşlar vardı. Sanki o da onlarlaydı. Pırıl bir gök, birkaç ağaç dalı, sessizlik, dirilten bir temiz hava, ne tenha ne kalabalık, sükûnetle uğurladık annemi… buluşmak üzere.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder