11 Ağustos 2011

Deniz Kağan Güner

Dünden bu yana çok şey değişti.

Hava soğudu, ağustos sıcağı yüzünü eylül rüzgârlarına, sonbahar yağmuruna, gözü okşayan parlak ışığa döndü. Kediler ferahlayıp hareketlendiler; karıncalar koşuşturuyor. Yapraklar düşmeye başlar birazdan. Bugün etrafta şemsiyeler boy gösteriyor. Bunlar rutin değişimler elbet. Sanki bizi pek etkilemiyor gibi. Çoğumuz hiç aldırmıyor bunlara. Çünkü onların ruhunda başka fırtınalar esmekte. Hem çaresizlik çöreklenmiş yüreklerinde. Böyle olanlarla beraberim dünden beri.

Bir anne oğluna sarılamayacak artık. Erkek kardeş kiminle paylaşacak en derin duygularını? Babanın kolu kanadı kırık, sanki çocuk olmuş gözleri. Bir de bizler varız; dünyamızı terkeyleyen o adamın tanıdıkları, okul arkadaşları, dostları, öğrencileri, iş arkadaşları, dernek arkadaşları,.. onu sevmeyen biri yok hiç. Ama hakikaten böyle. Hani derler ya, "yeryüzüne inmiş bir melek"; işte Kağan onlardandı.

Tuhaf tesadüf, Kağan'ın annesi yakın dostum L.'nın sınıf arkadaşı. Hiç kopmamış bir dostluk. Dün ikimiz onlara ziyarete gittik. Morallerimiz yükselsin, sevgiler sarsın her yanımızı, iç dökülsün, gözler derinlere baksın... Kağan hepimizi toparladı, bir araya geldik, onun güzelliklerini saymaya hacet yok ki! İnançlı olmak tek yapılacak şey gibi o an.

Sonra, gece yağan yağmur çakan şimşek bugüne hazırladı hepimizi. Kaynayan yaralara merhem olmak ister gibi serin ıslak bir gün bugün. Karacaahmet Mezarlığı'ndan yürüyüp o yepyeni güzel Şakir'in Camisi'ne geldik. Yılların beyazlaştırdığı saçlarımızla dünmüş gibi tanıdık birbirimizi orada bekleşirken. Sanki okuldayız yine, bekliyoruz, öylece dikildik duruyoruz ortalık yerde, sanki Kağan'ı bekliyoruz. Orada o anne, o baba, o kardeş herkesi metanetle, misafirperverlikle ağırlıyorlar. Yakalarımızda takılı gülümsemesi can dostun. Gözleri yeni doğmuş gibi parlak. Sonra bu koca adamın çocukları var. Büyücek olan kızı, oradaydı; rasgelemedim göremedim. Oğlu ufak daha buraya gelmek için.

Hava pırıl pırıl, hafif bir esinti, arasıra atan damlalar. Gözlerde beliren yaşları, dağlı yürekleri dindiriyor.

Öyle bir gündü bu. Bazıları için hiç geçmeyecek. Bazıları için arasıra "hey gidi!" dedirtecek. Kimileri belki hiç mi anımsamayacak?

Değişti Kağan. Belki bugün yüzümüze düşen damlalardı, belki yansıyan parlak ışıktı, göğe uzayan ulu selviydi o... Hem hiç de değişmedi. Yayıldı içerimize, evrenin zerrelerine karışıp bir oldu, bizle bir oldu; yalnız bu bizim pek alışık olmadığımız bir algı çeşidi. Şimdi onu beş duyumuzla algılayamaz olduk. Beş duyu bu dünya için var tabii. Esasında tam gerçek olan boyutta algılamaya başladık biz Kağan'ı. Şimdi onun enerjisini hissedebiliyoruz, dinlemeyi bilirsek içimizde duyuyoruz onu. Biliyorum ben bunu. En yenisi annemden biliyorum. Babamdan biliyorum. Tattım ben bunu evvelden, önceki sevdiceklerimin terk'inden tanıdık bana bu.

Artık Kağan Londra'da, Kağan Kıbrıs'ta, Kağan İstanbul'da, değil. Kağan heryerde; ama en çok yüreğimizde.