14 Eylül 2012

"Sekiz Aşamalı Yol" ve nefis bir adaptasyon önerisi...

Aşağıda okuyacağınız az bulunur çalışma; sevgili yol arkadaşım, öğrencim, danışmanım ve çocuklar ve aileleriyle harikalar yaratan klinik psikolog Şeniz Pamuk'tan...
Keyifli okumalar :)

ÇOCUKLARINIZLA HUZUR BULMAK: DUKKHA VE SEKİZ AŞAMALI YOL
Şeniz Pamuk Klinik Psikolog BEYAZ Bireysel Gelişim ve Danışmanlık Merkezi
 

Konu anne ve çocuk ilişkisi olduğunda Batı toplumlarında üretilmiş bir çok öğreti ve teoriye rastlamak mümkün.  Bu öğretilerden gelen bilgiler, bizlere çocukların fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal olarak nasıl geliştiklerini açıklıyor ve bu gelişim süreci içinde anne ve babaların çocuklarına nasıl yardımcı olabileceklerini, onların gelişimine nasıl katkıda bulunabileceklerini anlatıyor.  
 
Sarah Napthali, “Becoming a Mindful Parent: Buddhism for Mothers of Young Children (2008)/ Farkındalığı Yüksek Ebeveyn Olmak: Küçük Çocuğu Olan Anneler İçin Budizm” adlı kitabında, Buda’nın öğretileri doğrultusunda anne-baba olmayı öneriyor; kitabında bir yandan Budizm öğretilerini açıklarken bir yandan da küçük bir çocuğu yetiştirmeye çalışırken bu öğretileri nasıl kullanabileceğimizi örneklerle bize sunuyor.
Sarah Napthali’nin kitabı, aslında “aklın yolu birdir” söylemini doğrular nitelikte.  Dolayısıyla, kendi deneyim, gözlem ve çocuklara yönelik önerilerimle genişletmeye çalıştığım bu derlemeyi, farklı ve dingin bir bakış açısı olarak okumayı öneriyorum. Okuyacağınız yazı, aslında sizlere çok da tanıdık gelen bir çok noktayı barındırıyor olacak.
 
Konuya öncelikle “dukkha” kavramını açıklayarak başlamakta yarar var. “Dukkha”, Budizmdeki en temel kavramlardan biri.  Dukkhanın bir tanımı, o anda olmakta olanla bizim aslında olmasını arzu ettiğimiz şey arasındaki boşluk.  Bu boşluk küçük ya da büyük olabilir ve bizde acı, stres, kaygı, katlanma, korku gibi durumlara yol açabilir, ki dukkhanın bir diğer anlamı da ruhun halleridir. Dukkha, aynı zamanda, mükemmel olmayan, tatmin etmeyen tüm olgulardan bahsederken de kullanılan bir terimdir. 
 
“Sekiz-Aşamalı-Yol” ise Buda’nın dukkhadan kurtulmamız için bize önerdiği bir yol, bir süreç. Dünya üzerinde bulunan her bireyin gitmekte olduğu bir yol var.  Bu konudaki en kritik soru, gitmekte olduğumuz/seçtiğimiz yol, bizim için daha çok dukkha yaratan bir yol mu yoksa bizi dukkhadan uzaklaştıran bir yol mu? 
Yaşamımız için seçtiğimiz bu yolu, aynı şekilde çocuklarımızla olan ilişkimizde seçtiğimiz yola da benzetmek mümkün.  Çocuklarımızı yetiştirirken, onlar için hedefler koyarken, onlarla zaman geçirirken, kendi zihnimizde kurguladıklarımızla gerçekte elimizde olan birbiriyle ne kadar örtüşüyor? Aradaki fark bizi daha derin bir kaygıya, üzüntüye ve telaşa mı itiyor yoksa elimizde olana odaklanıp onun tadını mı çıkarıyoruz?
Buda, kendimizi dukkhadan arındırmak, özgürleştirmek için bize sekiz aşamalı bir yol öneriyor.  Bu aşamaların her birini, çocuklarımızla olan ilişkimizi göz önünde bulundurarak okuyabiliriz, anlamaya ve belki uygulamaya çalışabiliriz. 
 
SEKİZ AŞAMALI YOL
1)Doğru Anlama/Güzel Görüş
Bir şeyi nasıl gördüğümüz, nasıl algıladığımız, nasıl anladığımız bizim nasıl davranacağımızı, nasıl tepki vereceğimizi belirler. Dolayısıyla, Doğru Anlama, Yol’un temelini oluşturur. Buda’ya göe, bizler değişime direndiğimiz, acıdan sürekli olarak kaçtığımız, kendilik algımızı çok yukarılarda tuttuğumuz ya da kendimizi yanlış tanıdığımız/algıladığımız için acı çekeriz.  Doğru Anlama, gerçekliğin doğası ile ilgili farkındalığımızı derinleştirmemizle ilgilidir.  Bu derinleşme, aynı zamanda varolan canlı, cansız her şeyi olduğu şekliyle kabul etmek ve o varlıkla barış içinde olmak anlamına gelir. 
Şu ilkeleri hiç aklımızdan çıkarmamamız önemlidir:
Her şey ve herkes sürekli değişim içindedir.
Yaşamımıza, sonsuza dek sürecek ve hiç değişmeyecek bir yapı getirmemiz olanaksızdır.
Uğrunda mücadele verdiğimiz hiç bir şey bize sonsuz bir mutluluk getirmez.
Her deneyim içinde dukkha olması kaçınılmazdır.
Hiç kimse , ne kadar öyle olduğuna inanmak istese de, sistemden, bütünden ayrı bir varlık değildir. 
Sizin kendinizi nasıl algıladığınız, aslında ne olduğunuzla çok da bağlantılı olmayabilir.
Hiç bir insan  ya da nesne, buna kendimiz de dahil olmak üzere, kendi zihnimizde oluşturduğumuz şekilde var olmaz.
Bu gerçekleri önce zihnimizde kabul ederiz. Daha sonrasında, bu konuda içsel farkındalık geliştirmeye başlarız. 
Bu noktada, çocuklarımızla ilgili olarak akılda tutulması gereken noktalar, bizlerin ve onların sürekli bir değişim içinde olduğumuzdur. Bunun dışında, çocuklarımız, bizlerin onları zihnimizde oluşturduğumuz hallerinden farklı olabilirler. Dolayısıyla, onları gözlemlemek, onları nelerin huzurlu kıldığını keşfetmek, nelere eğilimleri olduğunu anlamak, gidilen yolda onlarla elele yürümek ve bu yolculuğun tadını çıkarmak önemlidir.  Anlaşılabileceği gibiébu çocuk niye böyle ya da böyle değil?” sorusu, bu noktada önemini yitirmektedir. 
 
2)Doğru Düşünme/Güzel İstek
Doğru Düşünce, kişinin düşüncelerini arındırma niyetinden doğar; açgözlülük, nefret, yanılsama gibi düşüncelerin yerine daha yapıcı düşünceler koymak anlamına gelir. Ancak, bunu gerçekleştirmek için olumsuz düşünceleri yok saymak, onları kendimizden uzak tutmaya çalışmak yerine onlarla yüzleşmek, bu düşüncelerin nerelerden kaynaklandığını ve nasıl sonuçlar doğurduğunu anlamak gerekir. Bu arayış, zaten kişinin öncelikle kendisine karşı daha anlayışlı olmasını sağlar. Buda’ya göre, düşünceler de, tüm diğer olgular gibi boşlukta değil, belli koşullara bağlı olarak ortaya çıkar. Zihnimizde oluşturduğumuz düşüncelerin sonuçlarına baktığımız zaman açgözlülük, nefret, yanılsama gibi olumsuz düşüncelerle  kendimize ve başkalarına ne kadar çok zarar verdiğimizi görebiliriz. Böyle bir düşünme şeklini seçtiğimizde ise ileride hep benzer şekilde düşünme olasılığımızı da arttırmış oluruz.  O zaman, bunlar yerine daha olumlu, daha yapıcı düşünceleri de seçebiliriz.  Bu nedenle, belki de Buda öğretilerini özetlemek için en sık kullanılan alıntı “İyi olmayı öğren.  Zarar vermeyi bırak. Zihnini temizle” dir. 
 
Çocuklarımızla bir aradayken de, belli davranış kalıplarının, belli hedeflerin doğruluğuna körü körüne inandığımız için onları belli bir şekilde davranmaya zorlamak, onları kafamızdaki ölçütlerle ya da başka çocuklarla karşılaştırmak ve yarıştırmak, hem onları hem de bizi mutsuz edecektir. İnandığımız bir doğrunun verimli sonuçlar doğurmaması durumunda o inanışı, orturup sakince sorgulamakta yarar vardır.  Örneğin, çocuğumuzun belli bir okula gitmesini istemek, matematik dersinde çok başarılı olmasını istemek, mutlaka bir spor dalıyla uğraşmasını istemek gibi. 
 
3) Doğru Konuşma/Güzel İfade
Buda’ya göre, farkındalığın sadece kişinin içinde oluşması yeterli değildir; bu farkındalığın kişinin bulunduğu ortam içinde doğru bir şekilde sergilenmesi de gerekir. Bu şekilde, Doğru Konuşma, Davranış ve Canlılık da Yol’un ahlaki bölümlerini oluştururlar. Buda’nın Doğru Konuşma’yı, ahlaki bölümler içinde ilk sıraya koyması da anlamlıdır. Doğru Konuşma nedir? Yalan söylememek, bölücü konuşmalar yapmamak, amaçsız konuşmalar yapmamak.  Diğer bir deyişle, konuşmalarımızın dürüst, nazik, yumuşak ve karşımızdakine yardımcı olması gerekir. Doğru Konuşma için şu noktaları hatırlamak bizim açımızdan yardımcı olabilir:
Karşımızdaki kişi, bizimle ilgili olumsuz şeyle söylerken ya da birilerini kötülemeye çalışırken biz o kişi için hala merhametli ve sevecen olmayı hatırlayabiliyor muyuz?
Karşımızdaki kişiyi ne kadar takdir ettiğimizi yeterince ifade edebiliyor muyuz?
Yeterince sessiz ve dikkatli bir dinleyici olabiliyor muyuz?
Beden dilimizin ve konuşmadaki vurgularımızın seçtiğimiz kelimelerden çok daha fazla şey ifade ettiğini biliyor muyuz?
Aile bireylerine ya da diğer kişilere sesimizi yükseltirken bunu, bir farkındalık çerçevesinde, gerçekten başka bir seçenek kalmadığı için mi yapıyoruz?
Çocuklarımızla iletişim içindeyken, bu noktaları akılda tutmanın hem kendimizi onlara anlatabilmek, hem de onları anlayabilmek açısından ne kadar değerli olduğunu, bu zemin üzerine oturtulmuş bir iletişim şeklinin, iletişim kanallarını ne kadar açacağını ve bağlarımızı kuvvetlendireceğini hayal etmek zor değil. 
 
4)Doğru/Güzel Davranış
Doğru Davranış içinde olmak, kişisel, sosyal, politik ve global düzeyde, tüm davranışlarımız konusunda kendimize karşı dürüst olmak anlamına gelir. Doğru Davranış, başkalarını korur, onlara yardımcı olur ve asla zarar vermez. Doğru Davranış konusunda Buda’nın vurguladığı Beş Kural vardır: Öldürmekten kaçının, size verilmeyeni almayın, cinsel olarak kimseye zarar vermeyin, yalan söylemeyin ve zihninizi bulandıracak maddeler kullanmayın. Ancak bu kuralları, hiç sorgulamadan uyulmaı gereken emirler olarak da algılamamak gerekir.  Bir konuda nasıl davranacağımıza tek bir soruyla karar verebiliriz: “Vereceğim karar beni dukkhadan uzaklaştırır mı yoksa daha da çok içine girmeme mi neden olur?”
Ebeveyn olarak da çocuklarımıza yaklaşırken Doğru Davranış içinde olup olmadığımızı sık sık gözden geçirmekte yarar vardır.  Çocuğumuza söylediğimiz bir şey, ona koyduğumuz bir yasak, ondan talep ettiğimiz bir şey, gerçekten çocuğumuzun yararına mı yoksa bizim bir eksikliğimizi, bir korkumuzu, bir ihtiyacımızı mı yansıtıyor? Örneğin çocuğumuzun çekingen olduğuna karar verip onu zorla yaşıtlarının arasına sokmaya çalışmak bizim kaygımızı mı yoksa onun gerçek bir ihtiyacını mı gideriyor? Gerçekten çocuğumuzun ihtiyaçlarına göre davrandığımızda, çocuğumuzun bizimle ne kadar işbirliği içine girdiğini görmek belki de bizi şaşırtacaktır. 
 
5)Doğru/Güzel Geçim
Doğru Geçim, diğer bir deyişle, geçimimizi hangi yolla sağladığımız konusu, başkalarıyla iş üzerinden doğan bağlantımızın yine dürüst, kibar ve saygılı olması esasına dayanır.  Eğer yaptığımız işin herhangi bir yönü, değerlerimizle uyum içinde değilse, bu konudan kaçınmak yerine yüzleşmeyi tercih etmeliyiz.  İşimiz, bizim için başkalarıyla daha çok bağlanmaya ve onları anlamaya giden bir araç olmalı. Burada sormamız gereken soru “Ben bu işi neden yapıyorum?” olmalı. Sadece para kazanmak ve tüketmek için mi çalışıyoruz? Yaptığımız işten ne kadar keyif alıyoruz ve içimize sindiriyoruz? Başkalarının da iyi olması için katkıda bulunmak üzere uğraşıyor muyuz? İşyerindeki duruşumuz nasıl?
Bir yetişkinin geçimini nasıl sağladığı, bunu içine ne kadar sindirdiği ile çocuğuna yaklaşımı arasında bir bağlantı olduğu düşünülebilir. Yaptığı işten gurur duyan, işini içine sindiren, bunun yararına inanan bir ebeveyn, çocuğuyla bir aradayken kendini çocukla olan ilişkisine çok daha rahat bir şekilde bırakabilir; çocuğuyla oynarken zihninde çok fazla soru işareti taşımaz; çocuğuyla arasına örtbas edilmesi gereken şeylerin getirdiği mesafe girmez.  Bu kişinin hayatla ilgili olarak çocuğuna aktaracağı değerle çok daha içten ve dürüsttür. 
 
6)Doğru/Güzel Çaba
Farkındalık kazanmak, bütünlük oluşturmak ve içimizi açgözlülük, nefret ve yanılsamalardan arındırmak büyük çaba gerektirir.  Ancak, bu süreç, Batı zihniyetini fazlasıyla benimsemiş kişiler için bir iç savaşa dönüşebilir, zira burada anlayış daha çok bir gelecek ideali, gelişmiş benlik ve kişiliğimizdki sevimsiz ögelerden arınma fikrine bağlanmak ve bunun sonucunda da sürekli bir iç çatışma yaşamaktır. Bu zamana kadar olan şartlanmalarımız bizi daha başarıya odaklı kişilere dönüştürmüştür.  Budizm ise, içinde bulunduğumuz anı vurgular; bu ana teslim olabilmek, kendimizle ilgili yargılarımızı ve beklentilerimizi en aza indirebilmek önemlidir. Örneğin, meditasyon yapmanın bizi huzurlu, sakin yapacağını düşünmek, işin özünü kaçırmak demektir. 
Budizmde Altı Mükemmellik’ten söz edilir: Eli açıklık, ahlak, sabır, enerji, odaklanma ve bilgelik. Önemli olan bu değerleri, “daha iyi bir insn olabilme” kaygısı olmadan içselleştirebilmektir.  Doğru Çaba’nın ne olacağına karar vermek için, o anki durumun ne gerektirdiğine bakmak önemlidir.  Doğru Çaba,nazik, sabırlı ve süreklidir; mükemmel olmadığımız inanışından doğan suçluluk duygusundan  ve telaşlı zihinlere karşı olan sabırsızlığımızdan kurtulmak anlamına gelir. 
Çocuklarımızla olan ilişkimize baktığımızda, onların karşılarında olduğumuz ve olmak istediğimiz halimiz arasında sürekli bir çatışma yaşadığımızı görürüz. Kendimizd mükemmel bulmadığımız alanlar bizi iç çatışmalara götürür ve kimi zaman çocuklarımızın karşısında dağınık, kararsız bir görüntü sergileyebiliriz; bu da bizi ayrıca mutsuz eder.  Oysa, kararsızlıklarımızı, bilgi eksikliklerimizi kabullenebilmek, bunlarla barışık yaşamak, çocuklarımızın da hem kendilerinde hem de karşılarındaki kişilerde gözlemledikleri eksiklikleri kabul etmelerini, bunlara karşı tahammüllü olmalarını kolaylaştıracaktır.  “Bilmiyorum” ya da “Yapamıyorum” demeyi bir sıkıntı yerine belki de bir erdem olarak algılamak rahatlatıcı olacaktır. 
 
7) Doğru Farkındalık/Güzel Düşünce
Modern toplumun birer üyesi olarak, günü genellikle hızlı bir tempo içinde, yapılması gerekenleri yaparak geçiririz.  Doğru Farkındalık, bu anlayışa bir seçenek oluşturur ve yaşamın o anı oluşurken, tam o anda orada olmayı vurgular.  Yaşamın her anına dikkatimizi vermek, yaşadığımız her şeyi takdir etmek için bir yoldur. Farkındalık, duyu organlarını dolu dolu kullanmak demektir, düşüncelerimizi izlemek demektir.  Ancak, bunlar olurken, yorumlar, yargılar en aza iner.  Farkındalığın ne olduğunu anlamak zor değildir, ancak geçmiş ve gelecekten bağımsız olarak farkındalığa tutunabilmek önemlidir.  Farkındalığın zıttı unutmaktır/ıskalamaktır, bu anı unutmak ve ıskalamak.
Çocuğumuzla birlikteyken de, en azından belli zaman dilimleri içinde, sadece o ana odaklanmak ve o anın tadını çıkarmak, o an paylaşılan şeyin sonucuna, “ürüne” değil de, sadece sürece odaklanmak, ilişkinin çok daha derin ve doğal olmasını sağlayacaktır. 
 
8)Doğru Odaklanma/Güzel Vecit
Doğru Odaklanma, zihnin tek noktada olmasını sağlayabilmektir.  Sadece berrak, keskinleşmiş, arzulardan, donukluktan ve çelicilerden uzklaşmış bir zihin gerçekliğin daha derinlemesine farkına varabilir, aydınlanabilir.  Böyle bir zihne sahip olduğumuzda, öfke, alay etme gibi, kendimizde olumsuz olarak nitelendirdiğimiz özelliklerimizle çok daha rahat bir şekilde yüzleşebiliriz. Bunun için de, kendimizi zaman zaman günlük akışın içinden çekmemiz gerekir.  Bu zaman içinde bedenimizin, duygularımızın, düşüncelerimizin, zihnimizin farkına varabileceğimiz şekilde meditasyon yapmak önemlidir.
Doğru Odaklanma, bizi kendi beden ve ruh durumumuzla ilgili olarak doğru bir noktaya getirir. Bu halimiz ise çocuklarımızla berrak, engelsiz bir iletişim kurmak için mükemmel bir zemin hazırlar. 
Şimdi, belki bir çok anne-baba “Biz bunları zaten biliyorduk” diyor.  Bilmek uygulamanın yarısıdır...
 
Yararlanılan Kaynaklar:
Napthali, S. (2009). Buddhism for Mothers of Young Children:Becoming a Mindful Parent. Allen & Unwin: Australia
Rampa, T.L. (2009). Üçüncü Göz. Akaşa Yayınları:İstanbul



B.E.Y.A.Z Bireysel Gelişim ve Danışmanlık Merkezi
Teşvikiye Mh. Şakayık Sk. Genç Ap. No: 45/3, Daire: 2
34365 Nişantaşı / İstanbul
info@beyazpsikoloji.com | www.beyazpsikoloji.com
T | 0212 231 61 12 0532 201 41 80 F | 0212 231 65 40

04 Haziran 2012

Yoga Felsefesi: Bir Önsöz -3

Beden seviyesinde, iyi sağlığın iyi bir disiplinle korunacağını göstermek için, ekstra düşünce gücü ya da zihinsel enerji harcamak gerekmez. Bir yiyeceğin midenize dokunduğunu reddederek, feragat etmiş olmazsınız. Birini hasta eden o tatlardan vazgeçmek de fedakârlık değildir. Ne de, yoga pratikleriyle kaslarını esnek, ya da gözlerini parlak veya kan dolaşımını saf tutmasını birinden istemek, altından kalkılması zor bir dayatmadır. En azından, kişisel merak körlemesine de olsa, insanı bu bir çeşit kültürfiziğe yöneltmelidir. Bedenin mucizevî, kendini sürdürebilir sistemine bir kez sahip olan hepimizin trajedisi, buna aldırmamayı seçmek ve düzgün işlediği müddetçe, onun mekanizmasını korumayı kendi sorumluluğumuz saymamaktır.


Derin psikoloji göstermiştir ki, bütün düşünce, söz ve aksiyonlarımızı yöneten bir tür psişik gerekircilik* vardır. Hatta modern psikolojik düşüncedeki devrim bizi şaşmaz biçimde, "bilinçli kendimiz devasa bilinçdışımız karşısında yalnızca bir pigmedir", sonucuna götürür. Bu aynı gerçek, Hintli ermişler ve kâhinler tarafından sezgisel gerçek olarak açıklanmıştır, -bir bilimsel vecize kadar değilse de. İnsanın şahsiyetindeki hatalar yaşam sürecinde çoğalmayı sürdürür. Bu hataları düzeltme işi, ancak kişi kendi zihinsel yapısını anlama görevini üstlendiğinde meydana gelebilir.


İşte tam da burada, -her ne kadar değişik yorumlara konu olduysa da- Patanjali'nin söylediği gibi yogik sistem yardımcı bir rehber olarak gelir. Patanjali Sistemi, derin psikolojinin prensipleriyle mutlak bir uyum içindedir. Freud, "bilinçdışı çamurdur; fakat farkında olunmalıdır ki, bu çamurdan bir lotus çiçeği yetişir" demiştir. İnsan zihninin özenli yapısı kesinlikle karmaşıktır, ama kişinin kendine karşı acımasız dürüstlüğüyle, tek bir pul dahi eklemeden ve çıkartmadan, kişi kendini olabildiğince net görebilir, dahası, kendini bir aynada görebilir. Zihin için olan yogik disiplinler, insanı bu tür bir farkındalığa yöneltir. Milton'ın deyişiyle, "zihnin sakinliğinde, tüm ihtiraslar dindi" halini yaratır. İşte bu vasıtayla, zihin ve bedenlerle, sonuna kadar, tanrısallığa olan ruhsal yolculuğumuza başlayabiliriz.



*gerekircilik: determinizm.



YOGANIN DİNAMİĞİ, BÖLÜM 1 -AÇIKLANAN YOGA Swami Satyananda Saraswati

11 Ocak 2012

Öğrenmek.

"Eğer günlük pratiğiniz tüm duygularınıza, görüştüğünüz tüm insanlara, karşılaştığınız tüm durumlara açıksa,
kapanmadan, yapabileceğinize güvenerek - işte o zaman, bu sizi gidebileceğinizin en ilerisine taşır.
Ve o zaman öğretilenlerin tümünü anlayacaksınız."
-- Pema Chödrön.

02 Eylül 2011

Yoga Felsefesi: Bir Önsöz -2

Yoga kelimesi, kullanılmış, yanlış kullanılmış, kötüye kullanılmıştır. Kimilerine göre, o geçmişten kalan değerli bir yadigârdır. Diğerlerine göre, korkutucu anıştırmaları barındırır. Yoga popüler bir kelimedir ve aynı zamanda da eski bir kelimedir. Patanjali, -esasında Samkhya* metafiziğinin dolaylı bir sistemleştirmesi olan- kendi yoga felsefesini tasarlamadan çok önce, yoga terimine pek çok kutsal Hindu yazılarda ve Budist edebiyatta atıfta bulunulmuştur. Bu karışıklık, yoga teorisine parça parça yaklaşımdan kaynaklanmıştır. Yogasanalara verilen önem (çok da gereklilerdir), yoga felsefesi ve metafiziğinin dışta bırakılmasıyla, uzun vadede yoganın bir vücut geliştirme metoduna indirgenmesine yol açmıştır. Bugün insanlar, yogik hayat yaşamanın, inzivada gibi asosyal yaşamak ve kendinden vazgeçmek demek olan tatsız anıştırmasından ötürü yoga teriminden kaçınmaktadır. Yoga hakkındaki en yaygın yanlış anlamalar halen almış başını gitmektedir ve bunların bazıları ciddiye alınmayacak denli çocukçadır. Her şeye rağmen, bu yanlış yorumlamalar ortamının yok edilmesi ve yogik değerlerin tekrar ortaya konması gerekir.
İnsan, burada bir klişeyi tekrar edersek, felsefî bir hayvandır. Aslında, o mükemmellik için açlık ve susuzluk duyan tek hayvandır. İnsanoğlunun geçmişi gösteriyor ki, tüm hastalıklardan özgür bir yaşam sürmek için her aşamada sosyal, politik ve dini kurumlarımızı mükemmelleştirmeye uğraşmış, Çözümlenemez'in idraki ve tetkiki için kendimizi adamışız. Yoga felsefesi bu sonuca yöneliktir, ama işleyişleri insan kişiliğinin tüm seviyelerinde reçetelenmiştir. Yogik felsefe, ruhun meskeni olarak bedenin zihin kadar önemli olduğunu göz önünde bulundurur, ki fizyoloji psikolojiyle eşit ilgi ister. Bedensel disiplinle başlayan yoga sistemi, zihnin pek çok farklı çabalarını intizama sokarak, zihinsel tutumun dönüşümüyle devam eder. Ancak, sağlam bir bedenle dinç bir zihnin bütünleşmesinden sonra, kişisel ruhla evrensel ruhun o ince sentezine ulaşılabilir.
* Samkhya: 6 klasik Hint felsefe okulundan biri.
YOGANIN DİNAMİKLERİ, BÖLÜM 1 -AÇIKLANAN YOGA Swami Satyananda Saraswati

11 Ağustos 2011

Deniz Kağan Güner

Dünden bu yana çok şey değişti.

Hava soğudu, ağustos sıcağı yüzünü eylül rüzgârlarına, sonbahar yağmuruna, gözü okşayan parlak ışığa döndü. Kediler ferahlayıp hareketlendiler; karıncalar koşuşturuyor. Yapraklar düşmeye başlar birazdan. Bugün etrafta şemsiyeler boy gösteriyor. Bunlar rutin değişimler elbet. Sanki bizi pek etkilemiyor gibi. Çoğumuz hiç aldırmıyor bunlara. Çünkü onların ruhunda başka fırtınalar esmekte. Hem çaresizlik çöreklenmiş yüreklerinde. Böyle olanlarla beraberim dünden beri.

Bir anne oğluna sarılamayacak artık. Erkek kardeş kiminle paylaşacak en derin duygularını? Babanın kolu kanadı kırık, sanki çocuk olmuş gözleri. Bir de bizler varız; dünyamızı terkeyleyen o adamın tanıdıkları, okul arkadaşları, dostları, öğrencileri, iş arkadaşları, dernek arkadaşları,.. onu sevmeyen biri yok hiç. Ama hakikaten böyle. Hani derler ya, "yeryüzüne inmiş bir melek"; işte Kağan onlardandı.

Tuhaf tesadüf, Kağan'ın annesi yakın dostum L.'nın sınıf arkadaşı. Hiç kopmamış bir dostluk. Dün ikimiz onlara ziyarete gittik. Morallerimiz yükselsin, sevgiler sarsın her yanımızı, iç dökülsün, gözler derinlere baksın... Kağan hepimizi toparladı, bir araya geldik, onun güzelliklerini saymaya hacet yok ki! İnançlı olmak tek yapılacak şey gibi o an.

Sonra, gece yağan yağmur çakan şimşek bugüne hazırladı hepimizi. Kaynayan yaralara merhem olmak ister gibi serin ıslak bir gün bugün. Karacaahmet Mezarlığı'ndan yürüyüp o yepyeni güzel Şakir'in Camisi'ne geldik. Yılların beyazlaştırdığı saçlarımızla dünmüş gibi tanıdık birbirimizi orada bekleşirken. Sanki okuldayız yine, bekliyoruz, öylece dikildik duruyoruz ortalık yerde, sanki Kağan'ı bekliyoruz. Orada o anne, o baba, o kardeş herkesi metanetle, misafirperverlikle ağırlıyorlar. Yakalarımızda takılı gülümsemesi can dostun. Gözleri yeni doğmuş gibi parlak. Sonra bu koca adamın çocukları var. Büyücek olan kızı, oradaydı; rasgelemedim göremedim. Oğlu ufak daha buraya gelmek için.

Hava pırıl pırıl, hafif bir esinti, arasıra atan damlalar. Gözlerde beliren yaşları, dağlı yürekleri dindiriyor.

Öyle bir gündü bu. Bazıları için hiç geçmeyecek. Bazıları için arasıra "hey gidi!" dedirtecek. Kimileri belki hiç mi anımsamayacak?

Değişti Kağan. Belki bugün yüzümüze düşen damlalardı, belki yansıyan parlak ışıktı, göğe uzayan ulu selviydi o... Hem hiç de değişmedi. Yayıldı içerimize, evrenin zerrelerine karışıp bir oldu, bizle bir oldu; yalnız bu bizim pek alışık olmadığımız bir algı çeşidi. Şimdi onu beş duyumuzla algılayamaz olduk. Beş duyu bu dünya için var tabii. Esasında tam gerçek olan boyutta algılamaya başladık biz Kağan'ı. Şimdi onun enerjisini hissedebiliyoruz, dinlemeyi bilirsek içimizde duyuyoruz onu. Biliyorum ben bunu. En yenisi annemden biliyorum. Babamdan biliyorum. Tattım ben bunu evvelden, önceki sevdiceklerimin terk'inden tanıdık bana bu.

Artık Kağan Londra'da, Kağan Kıbrıs'ta, Kağan İstanbul'da, değil. Kağan heryerde; ama en çok yüreğimizde.

22 Haziran 2011

Yoga Felsefesi: Bir Önsöz -1

Oldukça heyecanlı bir çağda yaşıyoruz, insan krallığında sürekli revolüsyon olan bir çağ. Bilimler teknolojik bir çığır açtı ve medeniyet maddi zirvesine ulaştı, insan düşünüşünde de büyük bir devrimle hem de. Freud'cu psikoloji, neo-Freud'cu grup uzantısıyla birlikte, insan kişiliğinin yeni boyutlarını gösterdi. Biyolojide, fizikte, kimyada, astrolojide, astronomide, ahlakta, felsefe ve psikolojide bilginin yeni ufukları açıldı.
Tarihin kuşbakışı görünüşü, her bir çağdaki adamın, içinde yaşadığı çağın yegâne olduğunu hissettiğini bize gösterir. Yine de, 20. Yüzyılın, gelişmeyi geri dönüşü olmayan bir noktaya taşıdığı tartışılmaz. Hal böyleyken, insanoğlunun faydalanabileceğinden daha fazlası için koşturmaktansa, gelişme vasıta ve semerelerini koruması ve sağlamlaştırması çok daha gereklidir. Zihinsel bir reform, teknolojik reformla doğru perspektifte iyi niyetle denkleşmelidir.
Tam da burada, eski değerlerin canlanması için bir ihtiyaç kuvvetle hissedilir. Olaylar değişirken, değerler değişmez kalır. Yani, iyi bir hayat ve ahenkli bir gelişme için aslolan şey, halen esastır ve sosyal, politik ve ekonomik dünyadaki değişimlerden bozulmamıştır. Hakikat, güzellik ve iyilik farklı yorumları olan, yine de insanoğlunun nihai uğraşları olarak kalan ideallerdir.
Yoga, hem felsefesinde hem tekniğinde, bu ideallere erişmek
için vasıtadır. Bu nedenle, günümüzün en zaruri ihtiyacı, yogayı unutulmaktan kurtarıp insana ait bilgide hakettiği görkemli yerini ona geri kazandırmaktır.
YOGANIN DİNAMİKLERİ, BÖLÜM 1 -AÇIKLANAN YOGA Swami Satyananda Saraswati

01 Mart 2011

Yogimtrak.

Şöyle bir genelleme var etrafta; yogi yorulmaz, yogi hastalanmaz, yogi her daim neşelidir, yogi üşenmez, üşümez, üzülmez, vs... burada şehirliler "yogi" derken esasen etraftaki yoga hocalarını kastediyorlar. Arada epey bir fark olduğunu biz hocalar pekâlâ biliyoruz. Hem de birçoğumuzun gönül yarası zaten, yogi olunur mu? Yogi mi doğulur? Olabildim mi? Olamadım mı? Olabilir miyim?

Geçen hafta boyu süren grip nöbetim esnasında bir kere daha bunlar üşüştü aklıma. Hatta "ben nasıl hasta olurum ki?" diye "diğerleri"nden kendimi bir güzel daha üste yerleştirmek üzere olduğumu fark ediverdim... "U" dönüşü yaptım. Bir yoga hocasının yaşamı nasıldır şehirde? Buradaki misalden yola çıkarsak, ben hastalanınca ne yaptım, yapmadım? Elbette işimin gereği bildiğim bir takım yogik yöntemler uyguladım. Hiç ihmal etmediğim yogi çayını, masala çayını bol bol içtim, her sabah ve her akşam bir tatlı kaşığı zencefil, zerdeçal, tarçın ve baldan oluşan karışımı sıcak (kaynar değil) suyla yuttum. Her sabah cala neti (burun ve geniz temizleme tekniği) uyguladım. Bunlar kesmediğinde aspirin plus C'den içtim bir iki; baktım iyiye gidiş yok, kötüye gidiş mevcut, hain gribe karşı en en en son silahımı kuşanarak, yogi değil yogimtrak halimle yuttum antibiyotiği. Meyveyi ve sebze çorbalarını eksik bırakmadım. Sonunda geçti. Grip süresince, yogik metotların bana kazandırdıkları pek yabana atılmamalı; mesela ateşim çıkmadı, burnum tıkanmadı ya da akmadı, öksürük ancak son birkaç gün uğradı. Fena değil bence.

Bu gribe keçi lakabı verilmiş. Herkesten ayrı bir rivayetler silsilesi. Dikkat et, 20 gün sürdü bilmem-kimde; aman iyileştim deyip çıkıyorsun, sonra tekrar alaşağı ediyor; kızımı gece vakti hastaneye kaldırdım abla; derse gelemiyorum hocam serum takıldı bana; kocama serum verdiler de öyle iyileşti;... keçi denilmiş, çünkü inatçı, çünkü dayanıklı. Şimdi bu bendeki neydi bilemem, tek marazası, her yerimin kırılıp dökülmesi ve dolaşan ağrılar, halsizlik.

Yogimtrak yaşamımın bu bitap günlerinde zihinsel tutumlarımı, kalıp düşüncelerimi tarttım. Gücümün arttığı kimi günler fırsat bulup yapamadığım ufak tefek işlerimi hallettim. Dinlenmeye gayret edip, uslu uslu evde kaldım 6-7 gün boyunca. Hiç değilse ortalığa çıkıp bendeki mikrobu yaymadım sokaklarda. Direneceğime -biraz geç de olsa- kabullendim ve söz dinleyip "adı lazım değil"den yuttum sonunda.

Yine bu dönem, bir kez daha zihin-psikoloji-fiziksel bedenin ayrışamaz bütün halinde bulunduklarının göstergesi oldu. Hassas bir konu var hayatımda son aralık ayından beri, pek çoğunuzun bildiği, ama artık olup- bitti diye rafa kaldırılan. Annem. Onun dünyamızdan ayrılışı. Olup- biten, ölüp- giden, yitip- kaybolan. Ben bile kendimin merkezinde yoğuşarak dersten derse koşar, sosyalliğimin doruklarında dolaşır ve hayhuya kendimi kaptırırken; bir güzel unutu- unutuveriyorum anacığımı dünya gözümle artık göremeyeceğimi. Sesini dünya kulağımla işitmeyeceğimi. Teninin kokusunu filan unutuveriyorum sanki. Sanki. Hâlbuki tek başıma yatağa uzanmışsam, uyku da hemen uğramıyorsa, hele de bu son sefer ki gibi uzun yatak istirahatindeysem; bir hüzündür, bir suçluluklar silsilesidir basıveriyor. Geçen gece işte, hastalığın ruha da işleyişiyle, tek başımayken olmadık bir kitabın, olmadık bir yerinde başladım zırlamaya. Oldukça uzun bir ağlama nöbeti. S. geldiğinde yanıma, sızlandım ona, pek çok toplumlarda, hele de eskilerde, insanlar yas tutarlar. Böylece o gidiş oldu- bitti olmaz, herkes de insanı büyük ihtimal karalar bağlamış görünce ona göre davranır, hassasiyet gösterir, ölüm böylece hayatın içersinde yer bulabilir, ölüm elle tutulur bir gerçek olarak yaşanır.

Bu öldü- bitti dönemimle beraber alttan alta hayatımda yer alan bir kaç hastalık, direnç düşüklüğü eğer oldu- bitti'ye gelmeseydi, yine de olur muydu? Bilemem. Ancak şu yaşıyor olduklarım hep bana gösteriyor ki, bedenim düşüncemin ürünü, bedenimle var olurken "ben", kalp acıları bedenimi de tutuyor. Sağlık da ondan, hastalık da.

Geçen bir hafta bir güzel durdurdu beni. Düşündürdü beni. Ara verdirdi yaşamıma. Yaşantıladıklarıma yenilerini eklememe mahal bırakmadı. Her fenomen gibi, bunun da yaramaz tarafları kadar, yarayan kısımları da mevcuttu. Galiba en güzeli doya doya ağlamaktı. Ve böyle zor bir dönemden geçerken, fazla yara bere almamı engelleyen yogimtraklığın verdiği anlayış açıklığıydı.