20 Haziran 2010

Sağlam Bir Zemin Mi? :D

Gece olmuş. Tek başımayım, bir otel odasında. Zihnim şaşırmış durumda. Bütün bir gün boyunca dizginlenmiş... hem günlerdir sürüyor bu hiçe sayılma. O an bunu hiç umursamıyorum. Ne de olsa daha önceleri de benzeri çalışmalarım olmuştu. Bir çeşit alışkanlık. O anda önemsediğim şey içimden yükselen, elimi kolumu bağlayan bir duygu. Korku. Neden korktuğumu pek net göremiyorum. Sadece iliklerime işleyen şiddetli bir soğuk dalgası gibi. İnceliyorum. Daha önce böyle bir şey hissettiğimi hiç hatırlamadan şaşkın seyrediyorum “kendi”mi. Bir yandan yatağa girmek uyumak üzere hızla hazırlanıyorum. Yatak sanki dışardan daha da soğuk. Ama yine de çabucak içine girip uykuya dalmak lazım. Sabaha karşı erkenden tekrar meditasyona kalkmak üzere. Tüm gün süren meditasyonlarda en sevdiğim kısım sabahları.
Bursa’da, Uludağ’dayız, geçen yazın ilk ayı. Vipassana Meditasyon Kursu'nda. Bir inziva modeli. Gün ilerlediğinde dışarısı mis gibi, yeni baş veren taptaze çiçecikler buraların ilkbahar müjdecileri. İlk günlerimizde henüz gonca bile değilken sımsıcak güneşe hızla açılıyorlar şimdi. Sessiz bir ilişki var tüm katılımcılarla doğa arasında. Hepimiz 10 gün süresince konuşmamayı, diğerleriyle fiziksel temasta bulunmamayı, göz kontağı kurmamayı, okumamayı-yazmamayı, çalmamayı, hiç bir canlıya zarar vermemeyi, sessizce tüm meditasyon çalışmalarına katılmak için gayret etmeyi kabul ederek buradayız. Ne verilirse onu yiyoruz. Sabah kahvaltısı ve öğlen yemeği, vejetaryen. Akşamüstü ilk katılımcılar meyve yiyebilirken, eskiler çay ya da limonlu su içebilir. Bu sefer ben de eskilerdenim.

Eskilerden olunca, oda paylaşımı yok. İlk Vipassana Meditasyon Kursu'na katıldığımda oda arkadaşım vardı. Onunla da herhangi bir yolla iletişim kurmak yok. Bu seferkinde yalnız kalmak bana iyi bir deneyim oluyor. İşte o bende hiç olmadığını sandığım duygu çıkıp geldi karşıma dikildi: korku. Hep o gece var aklımda. Sanki bir tek o gece duydum bu korkuyu. Öyle dedikleri gibi tir tir titreten türden değil. Bu çok başka. Boşluktayım. Nedensizlik sarmış benliğimi, varoluşumun tanımı değişmiş ya da yok. Ayaklarımın altında sağlam bir zemin yok. Ayaklarımı bastığım değişmez ve güvenilir bir zemin falan yokmuş meğer. Her şey muğlak. Sağlam bir yer yüzeyi diye bir tanım kalmadı.
Bu noktadayken, o gece, birden sevgili Pema geliyor aklıma. İşte onun bahsettiği “pulling out the rug” yani yaygıyı çek at. Burada devamlı değinilen öğretiye dair Pema’nın kitaplarından birinde de rasgeldiğim bir bölümden bu; her şeyin devamlı değiştiğine dair. Kendi altındaki yaygıyı çekip at. Yaşadığımız bu dünyada hiç bir şey somut ve kesin değildir. Budist anlayışta “değişim” ilkesi. Her şey her an değişiyor. Etraf bir yana, kendi bedenimizde hücrelerin biri doğuyor biri ölüyor, kan dolaşıyor, dışımızdaki atmosfer içimize doluyor, boşalıyor nefesle... nefesle sürüyor yaşam; değişimle sürüyor yaşam; her şey birbirine dönüşüyor.
İlkokulda öğrenmiştik bu temel yaşam döngüsünü, bulut, yağmura, yağmur, nehire, nehir, toprağa... dönüşür, hatta bir şeması bile vardı. Yaşarken bunun ta içinde, tam yüreğindeyken nasıl da görmüyoruz artık bu gerçeği. Sanki hayat sonsuza dek benim. Hiç ölmeyeceğim. Ne de sevdiklerim ölmeyecek. Diğerleri ölebilir, doğabilir bu normal. Ama benim başıma geldi mi! Eyvah! Dünyanın sonu gelmiş demektir. Merkezde ben varım. Kimseler bilemez ah ne acı ne şoktur bu başıma gelenler!
Her şey ama her şey sapasağlam. Değil, hayır. Bu dünyaya kazığı kakmanın bir yolu falan yok işte. Bunu zihinle anlamak pek anlamlı olmuyor. Deneyimlemek gerçekten öğrenmenin yolu.
Pema Chödrön’ü anımsadım o gece. Sonra tekrar duyguma döndüm, korkuya baktım nedir? İnceledim. Temeli elbette bir çeşit ölüm korkusu. Her korkunun temelindeymiş evet. Gerçekten öyle mi ipin ucunu bulmaya çalıştım, izledim, kendime sorarak. Bunu yaparken yok oldu duygu. Gitti, bitti. Pema’nın sözleri tekrar geldiler... buraya birazını aktaracağım:
“..... Her şeyi çivilemek, somutlaştırmak, her şeyi yalnızca sağlam ve güvenli kılmak için ne çok vakit harcarız. O canlılığı donuklaştırmak, yumuşatmak ve savuşturmak için çok zaman kaybederiz. Kalbimizi uyandırdığımızda, bütün yapıyı değiştiriyoruz, ancak, yeni bir yapı oluşturmak için değil. Somutlaştırmaktan, şeyleri daha sağlamlaştırmaktan ve ayağımızın altına zemin oluşturmanın sürekli çabasından, giderek daha da uzaklaşıyoruz. Bu konfor ve güvenlikten uzaklaşma, bilinmeyene, meçhule, ve titretene adım atış –buna aydınlanma, özgürleşme denir.
....... Bir zamanlar Hindistan’da Saraha isiminde çılgın-bilge bir öğretmen varmış. Dermiş ki, her kim ki her şeyin katı ve gerçek olduğuna inanır, işte o aptaldır, sığır gibi. Ama, her şeyin boş olduğuna inananlar daha da aptaldır. Her şey her an değişiyor, ve biz onu raptetmeyi istemeye devam ediyoruz, onu düzeltmeye. Yani, ne zaman sağlam bir sonuca varırsanız, o zaman bırakın yaygı altınızdan alınsın. Siz kendiniz, kendi yaygınızı atabilir, ve ayrıca, hayatın sizden onu çekip almasına izin verebilirsiniz.
Altınızdan yaygının çekip alınması temel yapınızı (davranış kalıpları vs) değiştirmek için büyük fırsattır. DNA’yı değiştirmeye benzer. Kendi yaygınızı altınızdan atmanın bir yolu sadece boşvermek, şöyle bir rahatlamak, biraz daha nazik olmaktır, ve hiç de öyle büyük bir mesele haline getirmemektir.....”
Start Where You Are, Pema Chödrön, Shambala Classics


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder